KUZGUN

  “Open here I flung the shutter, when, with many a flirt and flutter,

In there stepped a stately Raven of the saintly days of yore”

-e.a.poe

odanın ortasında halının üstünde senden kalan yağmur birikintisi

                            içimi ıslatırken

gökyüzü delinmiş gri bulutların arasından çocukluğum gülümsüyor

böyle mi gidecektin, or something is wrong with me

                   bağırıyor çimenler

susmuyor gönlün köşe başında mesken tutan şemsiyeler

         kim açtı üzerimize bu siyahı?

sen aynaya baktın, ben seni gördüm içimde

tanrı unuttuğu çocuğunu kucağına aldı ilk kez o an

-beni mi?

                  

geçmiş şimdi mutfaktan sesleniyor

                                                         seni anmak istiyor her bir tavan arası

                   who is guilty, ben mi, susmayan iç sesim mi

                   sen mi, senin arsız ruhunun üstüne sinmiş kuraklık mı yoksa

demiştin ya ben sana yeterim ben çoğunlukla beterim diye

                                           -ilk akşam

kendini ilk kez o zaman tren raylarına bırakmıştın gün ağarırken

istasyona bir baksan el sallayan rüyanı görürdün

                            gönlü kör olansın.

BOĞULUYORUM İŞTE SENDEN KALANLARDA

posta kutusu çağırıyor aydınlığı

                            bir armağanı varmış kupkuru

bir sesleniş senden bana

                                      -drinking melancholia

ellerime bulaşıyor gözlerinin bal rengi siyah zarfı açınca

nasıl becerdin tüm acını bir oraya sığdırmayı?

Bütün kadınlar adını haykırıyor şimdi. dön de bak

                                               meydan oku bana yine

                                               kendine de.

kalksam bir an önce ayağım kaymadan ulaşsam sonsuza

parmak uçlarımdan çıkarıp atsam seni

                                      ve benim sana sunduğum sütlü kahveyi

döksem avucuna, yansan kavrulsan sıcağında

benim içim nasıl kavrulduysa

bir uçurtma yollasam turuncuya da

HER ŞEYİN OLACAKSA HAYIR DE DİYE.

                                                        -nafile.

insan istiyor ki sussun herkes, kendi bulsun celladını

sen uyarma beni,, fuck off,, never come here again

                            s’il vous plait.

pencereye konan bir kuzgun var sırılsıklam

         ya sensin ya gölgen

                            kavruk kahkahan gagasında

paramparça olmuş uçuyor ardında geçmişin şemsiyeli yatağı

son sevişmenin kesif kokusu yayılırken şehre

                                                         -ÇIĞLIK.

sürüsü yükseliyor göğe. raven. demiştim sana.

                   SÜTLÜ KAHVE. BAL RENGİ.

BENİMKİ SADE KAHVE.

KABUK

Kabuk

Şiddete uğrayan tüm kadınlara…

devasa bir karanlığın ortasında kalan tüm ucuz rüyalarım için

tasarladığım sert bir kabuktan ibaret şimdi yaşam

kırmak için bir şey yok elimde, gün ışığına çıkamam

göğü bir daha göremeyeceğini bilen bir çocuk misali sessiz ve hüzünlü

bir şarkı mırıldanıyorum boşluğa

usul usul

uzak diyarların ezgileri kulaklarımda

kir içinde kalmış

narin bir örümcek ağı kaplamış kara katran kalbimi

ne ara bu denli değişti rengi diye sorup duruyorum içimden

çünkü ben hem içimden, hem dışından konuşuyorum

sessiz çığlıklara eşlik eden alaz alaz göğüs kafesimin içinde bir beyaz kuzgun

albino imiş, doğuştan öyle

farklılıklara meftun bir gezgin keşiş gibi sarılıyorum ona

yalnız olmadığıma seviniyorum karanlıkta

uçup gitme kuzgun, kal yanımda

cenin poziyonunda

sen ben ol, ben sen

geçmişim geleceğine karışsın burada

uğurla tüm yaşanmaya adanmış yaşanmamışlarımızı boşluğa