DENİZKIZI OLMAK ÜZERE YOLA ÇIKAN BALIKÇI DULLARI

Edebiyatın kışkırtıcı etkisine daima inanan bir okur olarak, cesur metinleri öteden beri çok sevdim. Fakat niçinse, eleştirmenler ve okurlar, bu tarz metinlere hep tuhaf bir kibirle yaklaştılar. Kurgunun kuvvetini anlamayanlara, bir metnin neleri içerebileceğini anlatmak epey zor diye düşünerek bu tarz yorumları kulak arkası etmeyi tercih ettim. Amerikan edebiyatı okumaya karar vermemde böylesi cesur metinlerin etkisi büyüktü. Üniversitede tanıştığım Kathy Acker, William Burroughs, Rachel Ingalls gibi yazarlar bana edebiyatın hem kuraldışı hem de güçlü olabileceğini kanıtladıktan sonra artık her şeye açıktım.

Kanadalı yazar Marian Engel ise hiç okumadığım bir yazardı. Oysa Kanada edebiyatının en mühim isimlerinden biri olduğunu okudum. Taze taze, Duygu Akın çevirisiyle Harfa Kitap’tan  yayımlanan tartışmalı novellası ‘Ayı’ bir oturuşta okuduğum bir eserdi. Dumur etti beni, kışkırttı, boğazımı kuruttu ve oturduğum koltuğun ucuna kaymama sebep oldu. Engel’in sadeliğinde çok sert, sahici ve vahşi bir şeyler var. İlk bakışta bir ayıyla duygusal bir bağ yakalayan bir kadının hikâyesi olarak algılansa da, kısacık yolculuğun içindeki derin detaylarıyla okurunu yerine mıhlayan bir kitap Ayı.

Konu epeyce basit: kitapların arasında, sıradan, monoton bir hayat yaşayan Lou ismindeki kadının (isim seçmede bile oldukça başarılı Engel, Lou gibi androjen bir isim seçmiş: bence anlamı, erkek egemen bir dünyadan güvenli alanda olmak.) geçici görevlendirmeyle Ontario’nun kuzeyine gitmesi, burada Colonel Cary tarafından bırakılan tekinsiz bir yerde bir ayıyla karşılaşması, zamanla iç dünyasında yaşanan birtakım sarsılmalarla bu nahif hayvanla (!) yakınlaşması. Kulağa garip ve basit geliyor değil mi? Oysa dahası var…

Alt metinde, Lou’nun çocuğu olmayan bir kadın kadar çorak, duygusal ve ruhsal anlamda kısır olması; onu heyecanlandıracak, hayata döndürecek, kendini bulmasını sağlayacak ne bir insanla ne de bir olayla karşılaşması; etrafında olan bitenin onu hiçbir biçimde güvenli bölgesinden çıkmaya ikna edememesi – ki bu bölge yoğun bir biçimde kitapları içeriyor – ; bir yandan insani bir yalnızlığın pençesinde savaşırken, beri yanda hayvani içgüdüleriyle de hesaplaşması gibi pek çok okuma yapılabilen bir metin bu. Aynı zamanda, Şamanizm yahut Paganizm’e kadar uzanacak ögeler ve ipuçları vermesi de okumanın bonusu diye düşünüyorum. Ayının bir tanrı olarak yer yer hissedilmesi, metne uhrevi bir hava katarken,okurun merakını da dimdik ayakta tutuyor. İşin en enteresan yanı, Engel’in bunu, basitle karmaşık yapı şeklinde harmanlaması. Sözgelimi, basit bir sahnede Lou, işini yapıp kataloglama ile uğraşırken hemen arkasında ayıyla yaşadığı bir deneyim kurgulanmış – okura sıcak su, soğuk su etkisi. Bir yandan da bunu derin bir zarafetle yapmış yazar. Rachel Ingalls’ın Bayan Caliban eserinde olduğu gibi, tüyleri diken diken eden bir kendilik vardı novellada.

Memleketi Kanada’da tartışmalı kalmış olsa, ve hatta ülkemdeki okurların pek çoğu da bu metni irkiltici ve rahatsız edici bulacak olsa da,  Ayı, benim bu zamana kadar okuduğum en çarpıcı, en sahici metinlerden biri. Dahası, her daim iddia ettiğim üzere insanın da bir hayvan olduğunu, ne yaparsak yapalım hayvani içgüdülerimizden kurtulamayacağımızın adeta bir kanıtı olması bakımından da çok iştah kabartıcı. Nitekim, insan asırlar içinde, kibrinden dolayı kendini tüm canlıların üstünde görse dahi, pek çok örnekte görüldüğü üzere (gerçek ya da kurgu) insan düşünebilen bir hayvan en nihayetinde. Bunun ortaya çıkmasının güzel bir örneğini okuyoruz esasında Engel’in novellasında. Sekseninci sayfada muazzam bir ruhsal meditasyonu var Lou’nun – tastamam orada insanın ruhsallığı, tanrısallığı ve hayvansılığı arasındaki bıçak sırtını hissedebiliyoruz. Şu kısacık metin üzerine tez bile yazılır bence, o kadar söylüyorum.

1976’da yayımlandığında Marian Engel zaten önemli bir yazar olarak biliniyormuş Kanada’da fakat yine de, bu denli cesur olması ayakta alkışlanmalı diye düşünüyorum. İnsan olmanın nüanslarını çok iyi anlamış bir yazar kesinlikle; aynı kuşaktan olmaları sebebiyle de, kendisini Margaret Atwood’un yanına yerleştirebileceğimizi düşünüyorum. Hatta bir adım öteye giderek: Atwood’un sayfalar, sayfalarca yazarak yaptığı etkiyi, Engel’in 127 sayfada,tereyağından kıl çeker gibi yaptığını iddia ediyorum.Elbette bu tek bir okur olarak benim yorumum bu fakat Ayı her sene okuyup yeni bir şey keşfetmek isteyeceğim bir metin. Belki Lou’nun okuduğu notların birleşmesiyle oluşturacağım bambaşka mistik bir hikaye bile yaratabilirim bir noktada, o denli zengin materyal sunmuş Engel.

Bu novellanın özünü anlayacak okurların çok olmasını temenni ederek sözlerime son vermek istiyorum. İyi ki dilimize aktarılmış dediğim bir eser oldu Ayı,üstelik Duygu Akın’ın harikulâde çevirisiyle, ve enfes bir kadın hikayesi okumak suretiyle. Eh, bir okur daha fazla ne isteyebilir ki?

Yayınlayan

Yorum bırakın